Doğu Anadolu'nun yüksek rakımlı köylerinden birinde yaşanan ilginç bir rutin, Türkiye’nin kırsal kesiminde gündüz ve gece döngüsünün nasıl farklı bir şekilde yorumlandığını gösteriyor. Burada, güneşin doğuşuyla birlikte işlerine koşan ve batışıyla birlikte nöbet beklemeye geçen köylüler, adeta iki ayrı hayata sahipler. Bu durum, hem ekonomik hem de sosyal yapının nasıl değiştiğini gözler önüne seriyor. Peki, bu durumu sürdürenler kimler? Neden bu kadar farklı bir yaşam düzenine ihtiyaç duyuyorlar? İşte, güneşle çalışan ve geceleyin nöbet geçiren köylülerin hikayesi.
Güneşin ilk ışıklarıyla birlikte uyanan aileler, sabahları taze havayla dolarak tarlalarına gidiyorlar. Yüksek dağların eteklerinde yer alan bu köyde tarım, köy halkının hayatını sürdürebilmesi için en önemli geçim kaynağı. Tohumları eken, ürünleri toplayan bu insanlar, arazilerinin verimini artırmak için sabahın serinliğinde çalışmaktan büyük bir mutluluk duyuyorlar. Ancak, tarım yapmanın yanı sıra, hayvan beslemek ve ekipmanları korumak da bu yaşam biçiminin bir parçası.
Gündüzleri yaptıkları işten sonra gece olunca, köylüler farklı bir göreve soyunuyorlar. Karanlık bastığında, tüm üretim sürecinin koruyucusu olarak nöbete geçiyorlar. Gece boyunca, ağaçlarına, tarlalarına, hayvanlarına göz kulak olmak zorundalar. Çünkü, hırsızlardan ve vahşi hayvanlardan gelebilecek tehlikeler, geçim kaynaklarını ciddi anlamda tehdit edebiliyor. Bu sebeple, köydeki herkes dönüşümlü olarak gece nöbeti tutmayı kabul etmiş durumda.
Bu yaşam tarzı, sadece işin sürdürülebilirliği açısından değil, sosyal bir bağın kurulması açısından da önemli. Köylüler, gece nöbetlerinde bir araya gelerek sohbet edip, beraber zaman geçiriyorlar. Bu durum, hem dayanışmanın güçlenmesine hem de sosyal bağların kuvvetlenmesine olanak tanıyor. Gündüz işlerinin yanı sıra, gece nöbetleri de köydeki insanları daha yakınlaştırıyor. Her nöbet değişiminde, yeni hikayeler paylaşılıyor ve toplumsal dayanışmanın nasıl olması gerektiği üzerine tartışılıyor.
Ancak bu yaşam düzeninin zorlukları da var. Gece boyunca uykusuz kalan köylüler, ertesi gün tarlada çalışmanın zorluğunu yaşıyorlar. Uyanık kalmak için kahve, çay ve tatlılar tüketiyorlar. Genellikle bu nöbetler, birkaç farklı aile arasında dönüşümlü olarak paylaşılsa da, çoğu zaman hastalık, yorgunluk ya da dış etkenlerden dolayı tüm köy bir araya gelmek zorunda kalıyor. Birçok kişi, gece gelen karanlığın ve sessizliğin altında daha çeşitli korkular yaşayabiliyor. Bu durum, köylüler arasında dayanışmayı artıran bir etken olarak öne çıkıyor.
Sonuç olarak, bu geleneksel yaşam tarzı, modern dünyanın birçok karmaşasının dışında kalmayı başaran bir topluluğun hikayesini aktarıyor. Güneşle uyanıyor, geceleyin nöbete geçiyorlar. Her güne yeni hayaller ve umutlarla başlıyorlar. Geleneklerini, kimliklerini ve kültürlerini yaşatmanın yanı sıra, üretim faaliyetlerini de kesintisiz sürdürüyorlar. Doğa ile uyumlu bir yaşam sürerken, aynı zamanda toplumsal değerlerini de ön plana çıkarıyorlar. Milyonluk bu nöbet, doğanın döngüsüyle tam bir uyum içinde ve nostaljik bir yaşam tarzının modern hayata nasıl entegre olabileceğini gösteriyor.
Kısacası, Güneş doğunca çalışıp, batınca nöbete geçmek, sadece bir gereklilik değil, aynı zamanda köylüler için bir yaşam felsefesi olmuş durumda. Sıcak günlerin sona erdiği serin geceler, onların huzuru ve güvenliği sağladığı kadar, dayanışmalarının ve geleceğe umutla bakmalarının da bir simgesi haline geliyor. Bu hayat tarzının hem zorlukları hem de güzellikleri, doğal yaşamın ne denli önemli olduğuna dair güçlü bir çağrışım yapıyor. Kısacası, bu köy, yaşamın hem gündüz hem de gece hangi değerlerle dolup taştığını gözler önüne seriyor.