Rusya, son yıllarda birçok uluslararası tartışmaya neden olan askeri faaliyetleriyle gündeme gelirken, bu kez dikkat çekici bir başka olayla gündemi sarsmaya hazırlanıyor. Askeri kamplarda eğitim alan 8 yaşındaki çocukların hayatları, hem iç hem de uluslararası kamuoyunda büyük bir tepki ve merak uyandırıyor. "Az kalsın ölüyordum" şeklindeki ifadeleriyle, bu genç savaşçıların yaşadığı zorlu koşullar ve onların dünyasına dair detaylar, ortaya çıkan haberlerin çarpıcı birer parçası olarak öne çıkıyor.
Rusya'nın savaş alanındaki tutumu, ülkede yaşayan bireylerden en genç yaş grubuna kadar geniş bir etki alanı yaratmış durumda. 8 yaşındaki çocukların askeri eğitim almaları ise, savaşın ne denli cehenneme dönüştüğünü gözler önüne seriyor. Bu çocukların kimisi savaşın ortasında doğmuş, kimisi ise ailelerinin zorunlu tercihiyle bu yolda hayatlarına yön vermek zorunda kalmış. Eğitim kamplarında aldıkları eğitim, sadece askeri becerilerle sınırlı kalmayıp, psikolojik ve fiziksel olarak da dayanıklılıklarını artırmak için türlü zorluklarla dolu. Çocukların yaşadığı bu deneyimler, sadece eğitim süreçleriyle değil, aynı zamanda toplumsal normlar ve onlara atfedilen sorumluluklarla da yakından alakalı.
Devletin resmî ideolojisi, bu genç bireylerin askeri yönlendirilmesinin "vatanseverlik" olarak nitelendirilmesini sağlarken, pek çok insan hakları grubu ve akademisyen, bunun yalnızca bir sömürü ve istismar biçimi olduğunu savunuyor. Çocukların, savaşçı olarak yetiştirilmesi gereken yerine, eğitimden yoksun bir şekilde büyütülmesini eleştiriyorlar. Bu durum, yalnızca fiziksel zorluklar değil; aynı zamanda duygusal ve psikolojik travmalar da yaratıyor. Çocukların çocukluğu, onlara ait gerçeklikten koparılmış bir hasret hikayesine dönüşüyor.
"Az kalsın ölüyordum" şeklindeki ifadeleri, bu çocukların yaşadığı dayanılmaz anların sadece bir yansıması. Kampta geçirdikleri zaman zarfında maruz kaldıkları stres, korku ve belirsizlik, onların en temel insani duygularını etkiliyor. Eğitim alan çocuklar arasından birinin, üzerine düşen ağır yükü hissetmesi ve hayatta kalma mücadelesini tüm samimiyetiyle ifade etmesi, konunun ciddiyetini bir kez daha gözler önüne seriyor. Bu çocuğun kendi yaşam hikayesini sanat aracılığıyla ifade etmesi, yaşamakta olduğu travmanın dışa vurumu olarak farklı bir perspektiften karşımıza çıkıyor. Tabii ki, bu durum sadece kendisiyle sınırlı değil; yanında olan diğer çocukların da benzer deneyimler yaşadığı aşikâr. Savaşın tarife edilmez korkunçluğu, çocukları birer küçük savaşçıya dönüştürmüş durumda.
Uluslararası insan hakları kuruluşları, Rus hükümetini bu uygulamaları durdurma çağrısında bulunurken, pek çok çocuk ve genç, askeri eğitimden uzak tutulması için seferber olan topluluklar kuruyor. Ancak, bu savaşın ve yaşanan olayların etkileri üzerlerinde derin izler bırakıyor. Savaşın ortasında büyümenin zorluklarını yaşayan bu çocuklar, ileride topluma nasıl entegre olabileceklerinin sorusunu da beraberlerinde getiriyor. Oysaki çocuk, her ne olursa olsun, oyunun, gülmenin ve keşfetmenin tadını çıkarabilmelidir. Belki de, onlara ait olan bu kaybedilmiş dönem, bir daha asla geri getirilemeyecek bir hakikat olarak hafızalarda yer edinecek.
Öte yandan, öğretmenlerinin ve yöneticilerinin de bu süreç içerisindeki rolleri merak konusu olmaya devam ediyor. Bir taraftan devletin ideolojisi doğrultusunda davranmaları beklenirken, diğer taraftan bu gençlerin ruh sağlığını korumak için ne tür adımlar attıkları, cevapsız kalmaya mahkum. Eğitim sisteminin yeniden yapılandırılması ve askeri eğitimlerin sona erdirilmesi, çocukların geleceği için atılacak adımlar arasında baş sırada yer alıyor. Eğitim, onların sadece fiziksel olarak değil, bütün yönleriyle gelişmelerine katkı sağlamalı, topluma yararlı bireyler olmaları için zemin hazırlamalıdır.
Sonuç olarak, Rusya'daki 8 yaşındaki çocuk askerlerin durumu, hem bireysel hem de toplumsal bir tartışma yaratıyor. Çocukları savaşın ortasında ‘savaşçı’ olarak yetiştirmek, insanlık adına kabul edilemez bir durumu ifade ediyor. Bu çocukların masumiyetinin korunduğu bir dünya dileğiyle, savaşın yıkıcı etkilerinin daha fazla sayıda yaşamı etkilemeden sona ermesi umudunu da taşımak gerekiyor. Her insan, özellikle de çocuklar, barışın hüküm sürdüğü bir dünyada büyümeye, gülmeye ve oyun oynamaya layıktır.